Bir Ada Hikayesi dörtlüsü, savaşlardan, kırımlardan, sürgünlerden arta kalan insanların, Yunanistan'a gönderilen Rumların boşalttığı bir adada yeni bir yaşam kurma çabalarını konu alır. Umut romanın baş kahramanıdır.
Tanyeri Horozları, yeni bir yaşam kurma çabası, korku, özlem, umut, sabır ve geçmişin acıları arasında, aşktan ve insan olmaktan duyulan sevincin romanıdır. Denize, adaya, insanlara duydukları aşkın geçmişin acılarıyla gölgelenmesine izin vermeyen, sevdalarını yüreklerinde sır gibi taşıyan adam gibi adamlar, kadın gibi kadınlar yüzlerini yeni bir hayata dönerler.
"Yaşar Kemal, yirminci ve yirmi birinci yüzyıl yazınının en büyük romancılarından biridir." - Barry Tharaud, (A.B.D.)
"Yaşar Kemal'in romanlarını okumak coşkular dünyasında bir mola zamanı gibidir." - Jean-Pierre Deleage, (Fransa)
"Yaşar Kemal'in imgelemi, insan ruhunun inceliklerini kavraması, anlatımının şiirsel derinlikleri üstüne titreyeceğimiz bir sanat eseri yaratıyor. Bütün dönemlerin en iyi yapıtlarından biri." - Jeremy Brooks, ( İngiltere)
"Yaşar Kemal zamanımızın en büyük epik romancısıdır. Onun romanlarını okuyan herkes bu kanıda birleşir. Zamanımızda hiçbir yazarın Yaşar Kemal'in gücüne ulaşamadığını bilmeliyiz." - Torbjörn Safve, (İsviçre)
Tadımlık:
Çok yorgundu. Günlerdir kürek çeke çeke yandaki yöredeki adaları dolaşmış, kollarını kaldıramaz bir duruma gelmişti. O adamı bulacağı adayı biliyor, kayığı onu alıp başka adalara götürüyordu. Bildiği Karınca Adasının yerini, aradığı kişinin de orada olduğunu biliyor, adaya yaklaşıyor, sisler içinde gözüken uzaktaki adaya gözlerini dikiyor, deniz beyazlaşıncaya, ada incecik sisinden sıyrılıncaya kadar orada duruyor, sonra da kayığı herhangi bir tarafa dönüyor başını alıp gidiyordu. Çok az bir yiyeceği kalmıştı. Başka adalara çıkamıyordu, adamı öldürürse onu kolaylıkla tanıyacaklardı. Şimdiye kadar da, bu denizde kimseyle karşılaşmamıştı, ne bir balıkçı teknesi ne bir kayık ne de bir gemiyle. Deniz bomboştu. Ne de onu bir kıyıya atacak bir fırtına çıkmıştı. Deniz sütlimanlıktı. Öğleye doğru kendisini bir kıyıda buldu. Kıyı alabildiğine uzayıp giden bir kumluktu. Biraz ötede ılgın ağaçlıklı yarlar gözüküyordu. Kayığı kumların üstüne çekti, az ötesinde kayaların üstünden aşağı bir su iniyor, denize karışıyordu. Yiyeceğini aldı suyun yanına gitti, diz çöküp bir su içti, oturdu sırtını yara dayadı, yarın üstündeki ılgın ağacının gölgesinin altında kurumuş ekmeğiyle peynirini, yumruğuyla kırdığı soğanı yedi, testilerini taze suyla doldurdu kayığa götürdü. Diz çöküp bir su daha içti. Ilgınların gölgesi kumların üstüne düşmüştü. Uzun minderini yarın dibine serdi. O başını heybesinin üstüne koyarken yardaki büyücek delikten som mavi bir yağmurcuk kuşu kumları, yarları, ılgınları mavileyerek denizin üstüne uçtu gitti.
Güneş batıya yıkılmış gitmiş, Süleymanın üstüne gelmiş onu ter içinde koymuştu. Uyandı, yanına yöresine bakındı, heybesini omuzuna aldı. Tabancası, mermileri heybesinin içindeydi. Tabancayı heybenin gözünden alarak şöyle bir baktı, yeni tabanca menevişledi. Ne de güzel menevişledi dedi kendi kendine, söylendi. Süleyman, yakında gencecik bir adamı öldürecek, üstelik de hiç kimseyi öldürmemiş bir adamı. O gecenin karanlığında yağmaya katılmayan, atının üstünde uzakta duran, bir tek kurşun bile sıkmayan, kan akıtmayan, sonra da atını Emirin otağına sürüp canını kurtaran, bir günahsız adamı öldürecekti. Hem de gencecik sürgün bir Çerkesi. Hem de arkadaş, bizim, biz sürgün Çerkeslerin adam öldürmek işimiz oldu. Biz öldürülerek sürgün olmuştuk, şimdi de bir Çerkes çocuğu senin kurşunlarınla ölecek. Sen şu kocaman güneşin alnında şırlayan ışıkların içinde menevişle dur. Denizler senden daha güzel menevişliyor, hem de tanyerleri atarken. Tabancayı heybeye kaldırdı attı. Ağacı kesen baltanın sapı ağaç değil mi?