Avusturyalı yazar Robert Musilin (1880-1942) Niteliksiz Adam başlıklı dev romanı, günümüzde modernizmin roman alanındaki birkaç başyapıtından biri sayılmaktadır.
Kafka, Joyce ve Hermann Brochla birlikte yirminci yüzyıl romanının kurucuları arasında yer alan Musil, 1921 yılından başlayarak ölünceye kadar Niteliksiz Adam üzerinde hemen her gün çalıştı. Romanın ilk iki kitabı 1930da, üçüncü kitabı ise 1933te yayımlandı. Tamamlanmadan kalan dördüncü ve son bölümün yayımlanması ise ancak aradan neredeyse yirmi yıla yakın bir süre geçtikten sonra gerçekleşebildi.
Niteliksiz Adam, gerçek anlamda bir çağ ve geçiş dönemi romanıdır. Yazar tarafından İmpkralya diye adlandırılan, gerçekte 19. yüzyılın sonunda ve 20. yüzyılın başında artık çöküş sürecine girmiş olan Avusturya-Macaristan İmparatorluğunu simgeleyen bir ülkede Musil, modernizm sürecindeki bir toplumun ve bireyin tüm çalkantılarını sergilemeyi amaçlar.
Bu çalkantılar, romanın başkişisi, yani niteliksiz adam olan Ulrichin kimliği aracılığıyla sergilenir. Ulrich, bir ayağıyla eskide, öteki ayağıyla yenide durmaktadır. Bütün sorun, onun bu geçiş konumunun doğal sonucu olan çelişkilerin üstesinden gelip gelemeyeceği sorusunda odaklanır.
Bu roman üzerine çok önemli bir inceleme kaleme alan Virgil Newmoianuya göre Niteliksiz Adam, dikkatli bir okura yalnızca bir geçiş dönemini değil, yakın geleceği de çok çarpıcı biçimde sergileyen başyapıtlardan biridir.
Tadımlık
Konsilde henüz bir sonuca ilişkin en ufak bir işaret bile fark edilmezken, Kont Leinsdorfun sarayında Paralel-Eylem hararetli ilerlemeler kaydetmekteydi. Gerçekte olup bitenlerin ipleri sarayın elindeydi, ve Ulrich de haftada iki defa oraya gidiyordu.
Hiçbir şey, Ulrichi mevcut derneklerin sayısı kadar şaşırtmıyordu. Arazi dernekleri, sularla ilgili dernekler, ölçülü yaşama ve içki dernekleri, kısacası dernekler ve karşı-dernekler başvuruda bulunmaktaydı. Bu dernekler kendi üyelerinin çabalarını desteklerlerken, öteki derneklerin üyelerinin çabalarını örselemekteydiler. Ortada sanki her insan en az bir derneğin üyesiymiş izlenimi vardı. Ekselansları, dedi Ulrich hayretle buna artık öyle alışılageldiği üzere zararsız dernek tiryakiliği denemez; burada, bizim icat ettiğimiz düzen-erkil devlette her insanın aynı zamanda bir haydut çetesinin de üyesi olması gibi korkunç bir durum var...!
Oysa Kont Leinsdorfun derneklere karşı özel bir düşkünlüğü vardı. Düşünün ki, diye yanıt verdi ideologların politikalarının olumlu bir noktaya götürdüğü, şimdiye kadar hiç olmadı; biz, gerçek anlamda politika yapmak zorundayız. Kuzininizin çevresindeki aşırı tinsel çabaları neredeyse belli bir tehlike saymaktan kendimi alamadığımı söylemeliyim!
Ekselansları bana biraz ipucu verebilirler mi? diye rica etti Ulrich.
Kont Leinsdorf, Ulriche baktı. Açmak istediği konunun kendisinden daha genç ve tecrübesiz olan bu insana biraz ağır gelip gelmeyeceğini düşündü. Ama ardından kararını verdi. Peki, bakın, diye başladı dikkatle şimdi size, genç olmanız nedeniyle belki henüz bilmediğiniz bir şey söyleyeceğim; gerçek anlamda politika, insanın özellikle asıl istediğini yapmamasıdır; buna karşılık küçük dileklerini yerine getirerek insanları kazanabilirsiniz!
Ulrich, gururu okşanmışçasına gülümseyen Konta hayretle bakmaktaydı.
Öyle değil mi, diye sürdürdü açıklamalarını Kont şimdi söylediğim, gerçek anlamda politikanın düşüncenin gücünden değil, fakat pratik ihtiyaçlardan kaynaklanmak zorunda olduğuydu. Güzel düşünceleri elbette herkes gerçekleştirmek ister, bu kendiliğinden anlaşılır bir şey. O halde insan, özellikle asıl yapmak istediğini yapmamalı! Bunu, daha önce Kant da söylemişti.
Doğru! dedi kendisine ders verilen, şaşkınlıkla. Ama yine de insanın bir hedefi olmalı, öyle değil mi?
Bir hedef mi? Bismarck, Prusya kralını büyük bir kral olarak görmek istiyordu: Buydu onun hedefi. Ama bunun için Avusturya ve Fransayla savaşacağını ve Alman İmparatorluğunu kuracağını başlangıçta bilmiyordu.
Yani Ekselanslarının söylemek istedikleri, Avusturyayı büyük ve güçlü görmek istememiz, bunun dışında başka bir şey istemememiz gerektiği mi?
Daha dört yıl zamanımız var. Bu süre içersinde her olabilir. Bir halkı ayağa kaldırabilirsiniz, ama daha sonra yürümek o halka düşer. Anlıyor musunuz beni? Ayağa kaldırmak, bunu yapmak zorundayız! Bir halkın ayakları ise onun yerleşik kurumlarıdır, partileridir, dernekleridir ve bunun gibi şeylerdir, yoksa sözü edilen şeyler değil!
Ekselansları! Bu, her ne kadar kulağa tam olarak öyle gelmese de, gerçek anlamda demokratik bir düşünce!
Evet, ama belki aynı zamanda da aristokratça bir düşünce, her ne kadar aynı sınıftan olduğum kişiler beni anlamıyorlarsa da. Yaşlı Hennenstein ile büyük toprak sahibi Türckheim, bana bütün bunların sonunda ortaya sadece berbat bir durumun çıkacağı karşılığını verdiler. O halde adımlarımızı dikkatli atalım. Küçük küçük adımlarla ilerleyelim, bize gelenlere iyi davranın.
Bu nedenle Ulrich, sonraki günlerde kimseyi geri çevirmedi.