Ona göre sahte değerlerin yaygın olduğu bir toplumda gülünç olmayan tek şey sevgiydi. Ekmek Elden Süt Memeden öykü kitabı için Yusuf Atılgan şunları söylüyor: 1970 yılı güzünde yazılmış bu iki masal çocukları olduğu kadar, büyükleri de ilgilendirir sanırım. İkisinde de ninemin anlattığı masalların öğelerinden yararlandım.
Tadımlık
Korkuta Masal
Çok eskiden, deve deveyken, sinek sinekken, insanlar gemilere, uçaklara, trenlere, arabalara, köpeklere binerken, eylül sonlarında güzel bir sabah Filizle Oğuz yanlarına küçük oğulları Korkutu alıp İzmirden Hacırahmanlıya, Yusufu görmeye geldiler. Yedi yaşındaki büyük oğulları Ongun gelmek istememişti. Dedesiyle çöp kebabı yemeye gidecekti. Geçen yıldan beri Yusufla arası çok iyi değildi. Kışın bir süre Ankaradaki evlerinde konukken salonda kibrit yakmasına, minderleri uçak yapıp uçurmasına, burnunu karıştırıp sümüğünün tadına bakmasına engel oluyordu.
Yusufun odasında oturup konuşmaya başladılar. Bu konuşmaların nasıl uzayıp gittiğini bilirdi Korkut. Canı sıkılıyordu. Odada ilgi çekici bir şey de yoktu. Birkaç kez duvarda Yusufun iki ağaç arasında asılmış resmini gösterip Bak, bunu Ongun yaptı, diye lafa karıştı ama ya kimse aldırmadı ya da bir ha, evetle geçiştirildi.
Kimse onu dinlemediğine göre ne işi vardı burada? Odadan çıktı. Hayatın köşesindeki gaz tankının musluğunu açmaya uğraştı; çok sıkıydı, açamadı. Eline bir değnek alıp tatlı bir hava çalmaya başladı tankın üstünde. Şu büyükler rahat bırakmazdı insanı; içerden Yeter! diye bağırdı Oğuz.
Değneği bıraktı, sundurmanın altındaki kömür yığınından ince bir kömür seçip banyonun duvarına çok güzel bir resim çizdi. Ongun bile yapamaz bunu, dedi. Gene de biri geliyor mu diye arkasına baktı, çünkü büyükler pek anlamazdı resimden. (Haklıydı. Ertesi gün Yusuf bunu görünce, Gidi kırık, yediği halta bak şunun, dedi.)
Öteki duvara yürürken yerde kocaman bir karınca gördü; ağzına ölü bir sinek almış, kapıya doğru gidiyordu. Kömürü atıp ardına düştü. Şimdiye dek böylesine azman bir karınca görmemişti. Üstelik çok hızlı yürüyordu. Eğilip tutmak isteyince daha da hızlandı, kapının altından çıktı.
Korkut da kapıyı açıp sokağa çıktı. Karıncaya yetişip diz çöktü, elini uzattı, ama tutamadı. Emekliyordu artık; kötü bir niyeti yoktu aslında, bu görülmemiş karıncayı eline alıp pencere camlarında tuttuğu sinekler gibi yakından inceleyecek, gerekirse bakalım ne yapacak, diye birkaç bacağını koparıp yere bırakacaktı gene. Ama ne bilsin karınca, can derdine düşmüş, ağzından sineği atmış, koşuyordu.
O önde öteki arkada köşeyi döndüler. Korkut birden durdu: Burnunun dibinde sarı bir yığın vardı. Doğrulup kalkarken baktı, iri yarı bir köpekti bu; kaçamadı, dondu kaldı orada. Köpek yattığı yerden gözlerine bakıyordu Korkutun, kuyruğunu üç kez ağır ağır yere vurdu, "Ne var korkacak?" dedi.
Korkut yutkundu, diliyle dudaklarını yaladı.
Ko... korkmuyorum, dedi.
Niye emekliyordun öyle?
Karıncayı... şey... karıncaya bakıyordum.
Nerelisin sen?
İzmirden geldik.
Şu araba sizin mi?
Anneannemin.
Baban hızlı sürer mi?
Oğuz mu? Oğuz bilmez. Filiz kullanır.
Neden anne, baba demiyorsun onlara?
Ongun da demiyor.
Kim bu Ongun?
Kardeşim. İki yaş büyük benden.
Köpek başını salladı, Şaşılacak şey, diye mırıldandı. Şaşılacak bunca şey varken köpeğin buna şaşmasına şaştı Korkut.
İnsan gibi konuşuyorsun sen, dedi.
Köpek sinsi sinsi çevresine baktı, kimseler yoktu. Günün bu vakti hemen herkes ovada olurdu.
Başkalarıyla konuşmam, ilk seninle konuşuyorum. Adın ne senin?
Korkut. Ama Cukcuk diyor Yusuf.
Şu bizim suratsız komşu mu? Bana da Sarışın der. Erkek olduğumu bilmezmiş gibi ne haber Sarışın, der yanımdan geçerken.