1904 yılında yayımlanan Dua Saatleri Kitabı (Das Stundenbuch) Rainer Maria Rilkeyi Alman şairler arasında yirminci yüzyılın ilk büyük şairi katına yükselttiği gibi Modernist şiirin de köşe taşlarından biri olmuştur. İlkinden sonuna, adeta bir uzun şiir gibi anahtar sözcüklerle, bir tür iç kopçalarla birbirine bağlanan bağımsız ama başlıksız şiirlerden oluşan bu başyapıt şimdi bütünlüğü içinde okunabilecek Türkçede de...
Tadımlık
Önsöz
Kayıp giderken o an, dokununca bana
parlak, madeni bir vuruşla:
Titrer duyularım. Duyumsarım: Muktedirim
tüm boyutlarıyla günü yakalamaya.
Yüksel Özoğuzun çevirdiği elimizdeki kitap Rilkenin Studenbuch adlı yapıtının bir bütün olarak Türkçeye ilk çevirisi. Gerçi Türk okuru bu kitabın içerdiği bazı şiirlerle A. Turan Oflazoğlunun 1976da Seçilmiş Şiirler (Adam Yayınevi) ve 1994te Ahmet Cemalin Rilke (Kavram Yayınları) adlı seçkileriyle tanışmıştı. Ancak bu çevirilerin Türk okurunda uyandırdığı merak ve ilgi uzun bir süredir yeni şiir çevirileriyle yeterince beslenememiş tir. Dua Saatleri Kitabı adıyla Türkçeye çevrilen bu şiir kitabını Rilke yaşamında dönüm noktası diye nitelenen Rusya seyahatinden hemen sonra, 1898de, yirmi üç yaşındayken yazmaya başlar, kitap 1905te yayımlanır. Rilke Rusyanın uçsuz bucaksız doğasının ve sade insanlarının kendisini değiş tirdiğini, orada varlığın onu özgürlüğe kavuşturan başka boyutlarını yakaladığını söyler. Stundenbuch Almancada Ortaçağda oldukça yaygın olan dua kitaplarına verilen addır. Ünlü ressamların resimleriyle süslenen bu kitaplar giderek soylu kişi lerin huzura kavuşmak için sık sık başvurdukları kitaplara dönüşür. Rilkenin elimizdeki şiir kitabı da bir tür dua kitabıdır. Lirik Benin, bir rahibin, Tanrı arayışını, dualarını, sorularını, çelişkilerini anlatır. Rahip Hayatına Dair, Hacılığa Dair ve Yoksulluk ve Ölüme Dair adlarını taşıyan üç bölümden oluşan bu kitabı yazarın kendisinin tek bir şiir, şiirlerin her birini ise birer şarkı olarak değerlendirdiği bilinir. Daha başlangıçta kitabın taşıdığı ad, içeriğinin Tanrı ile ilişkili olduğunu vurgular. Ancak, Rilkenin aradığı Tanrı Hıristiyanların tanrısı değildir. Gerçekleştirilmesi gereken ortak bir etik anlayışı sunmadığı gibi, yaşa mdan sonra bir hayat da vaat etmez. Rilkenin Tanrısı Nie tzsche ve romantizm geleneğinin, Rilkeyle çağdaş Kafka, Freud, Musil, Gustav Mahler ve daha pek çok ismin de yapıtlarına yansıttıkları bir değişi min, Avrupa kültüründeki çöküş olgusunun dışında düşünülemez. Genç Rilke Tanrının böylesine uzakta, gerçekliğin ötesinde, erişi lmez bir yerde oluşundan yakınır; onu gerçeklikte, nesnelerde ve kendi içinde, öznede arar. Arayıştaki amacının ise ona erişmek ya da onu tanımlamak değil, sadece onu ya da ona giden yolları aramak olduğunu söyler. Dua Saatleri Kitabında bu içkin yaşa ntı yansıtılır. Ancak, bu yaşa ntının içerdiği yoğunluğun Rilkenin daha sonraki yıllarda sonelerinde uyguladığı gibi klasik, kapalı, biçimsel sınırlar içeren bir anlayışıyla dile getirilmesi olanaksızdır. Rilke bu yaşa ntıyı bir yandan imge, ritim ve melodiyle yoğrulmuş bir dil, öte yandan alışılagelmiş her tür biçim sınırlarını aşa n açık biçim aracılığıyla somutlaştırır. İmgeler ve melodi öngörülen dize biçimini sürekli zorlar ve aşa r, bu aşış ise kafi ye düzenini etkiler, hatta kıtaların yapısını ve uzunluğunu her sefe rinde yeniden belirler. Alışılagelmiş kalıplar yıkılır. Şiirde sürekli değişe n bir kafi ye düzenine ve dize sayısı sürekli değişe n kıtalara rastlarız. İmge ve ses yüklü bu arayış şiirini Türkçeye çevirirken Yüksel Özoğuzun yazarın ne söylediği kadar nasıl söylediğine büyük özen göstermiş olduğu görülmekte. Özoğuz Rilkenin uzun soluklu dizelerinin oluşturduğu gerilimi, dilin duygu yoğunluğunu ve tınısını Türkçede duyumsatır okura. Sözün anlam boyutunu, gene sözle oluşan görsellikten ve melodiden ayırmadan, oluşturdukları bütünlükten ödün vermeden aktarmayı amaçlayan bir çeviri anlayışıyla yaklaşır şiire. Dua Saatleri Kitabı, Rilkeyi çok geniş çevrelerde ünlü kılan bu ilk uzun şiir, nesnelerin, varlığın özüne yönelik bir arayış şiiriydi. Şiiri işi tsel niteliği nedeniyle şarkı diye niteleyen ozan, ilerdeki yıllarda Şiir varlığın kendisidir diyecektir.