Romanlarında Anadolu insanının gerçek dünyasını destansı boyutlara taşıyan, yaşanmış ve yaşanan gerçeği mitlerin, efsanelerin evreninde çoğaltan Yaşar Kemal, sadece bir romancı ve halkbilimci değil, gazetelerimizde modern röportaj yazarlığının da kurucusudur. Onun, her biri yayımlandığı dönemde olay yaratan röportajlarında gerçek, hayat buldu ve okuyucuyu sarstı.
Bu Diyar Baştanbaşa dörtlüsünün dördüncü kitabı Bir Bulut Kaynıyor diğer üç kitap gibi doğa ile insan arasındaki kimi zaman içli tatlı, kimi zaman acı acıtıcı ilişkileri örer. Kaymakamlar, ağalar, şoförler, gecekondularda yaşayanlar, fakir evleri, zengin mezarları, martılar, "Amerikalılar", rektörler, yunuslar ve balıkçıların yanısıra, Çetin Altan, Abidin Dino, Sait Faik bu kitabın konuklarıdır.
"Bir gazetecinin zaferi..." - Hüseyin Cahit Yalçın, "Ulus", 6 Eylül 1953
"Zafer gazetecinin değil, edebiyatçınındır." - Tarık Dursun K., "Milliyet", 11 Mart 1971
"Yaşar Kemal'in röportajlarını klasik gazete röportajcılı-ğından ayrı tutarak, yetkin bir edebiyat ürünü diye okumak gerekir." - Hilmi Yavuz, "Cumhuriyet", 8 Nisan 1971
Daha çarşıya adımımı atar atmaz önüme çıkan ilk kişi, daha hoş geldin bile demeden:
"Bu kaymakam mı..." diye başladı, "bu kaymakam mı... bir diktatör. Evleri yıktı, ocakları söndürdü. Çingeneler var ya, hani bilirsin Çingene Sami, daha yenilerde öldü. İşte onlar. Evlerini yıktı da bu kaymakam. Aaaah bu kaymakam... Allah hiçbir kasabanın başına vermesin böyle bir kaymakamı. İşte karakış ortasında Çingeneler açıkta, saçak altlarında kaldılar. Bu yüzden çocukları satlıcan oldu da öldü. Sonra bu kaymakam var ya, yola bir metre giden evi toptan yıktırdı. İşte böyle. Diyorlar ki..."
"Ne diyorlar?"
"Ben sana söylüyorum ki kardaş, sen de bu memleketin bir çocuğusun. Elbirliği edelim de bu afeti şu kasabanın üstünden kaldıralım. Hazır İçişleri Bakanı da kasabamızda iken. Sen bir, İçişleri Bakanı iki, bir de dört milletvekilimiz, üç, bir de ağalarımız, beylerimiz, parti başkanlarımız, bir de şu kaymakamın zulmünü görmüş muhtarlarımız. Bir de köylülerimiz... Fıkara, ağzı var dili yok köylülerimiz. Amanın şu kaymakamın, şu zulüm makinasının önüne geçin. O Milli Birlik devrinde onun önüne geçilemiyordu. Şimdi tam sırası. Hep birlik olup, şu ayağı yalın köylü oğlu kaymakamın hakkından gelelim. İçişleri Bakanıdır hemşerimiz. Neden atmaz bu kaymakamı? Ne sebepten? Varmış, demiş ki Bakana, ağamız, ben seni milletvekili yaptım... yoksa sen bu koltukta oturamazdın. Koskoca Türkiye Cumhuriyeti bir hükümetinin koskoca bir İçişleri Bakanı olamazdın ben olmasaydım. Sen de bu kaymakamı atmazsan, ben de sana hakkımı helal etmem. Ve de sen bir daha milletvekilliği, İçişleri Bakanlığı yüzü göremezsin. O da, peki, demiş. Sen gözümden iste o kaymakamı atmayı... Hele bir sandalyamıza oturup yerimizi sağlamlaştıralım. Bir kaymakam da ne ki? Sen onu benim gözümden iste. Önce Van ilinin Muradiye ilçesine kış ortasına sürdülerdi. Şimdi, sen onu benim gözümden iste ki, ben onu Ağrının Diyadin kasabasına süreyim ki, kuş uçmaz kervan geçmez..."
"Kim etmiş, bu sözleri kim etmiş?"
"İçişleri Bakanı."
"İnanmam. İşte buna inanmam. Hepiniz kadar ben de tanırım İçişleri Bakanını. O öyle demiş de siz neden benden yardım istiyorsunuz?"
"Hani bu memleketin çocuğusun dedik de... Gazatacısın dedik de... Bir yardımın olur dedik de..."
Başka biri yaklaştı yanıma:
"Sen," dedi, "o şom ağızlılara inanma. Böyle bir kaymakam bir daha bu kasabaya ne gelir, ne de gider. Elini yüksek gazeteci vicdanına koy. Koy ki, yarın şu kasabayı bir iyice dolaş. Dolaş ki, bu kasaba eski kasaba mı, bir iyice gör. Bu kasaba çamur deryası mı? Bu kasaba pislik yatağı mı, bir iyice gör de, var git kaymakama de ki, arkadaşım, aslanım, sana çok teşekkür borçluyum. Kasabamı bu hale getiren adamın yüce alnından öperim. Ben seni bilirim, sen ki vicdanı temiz hakçı hakkaniyetçi bir vatandaşımızsın. Hem de kasabamızın yetişmiş, İstanbullarda gezen bir evladısın. Gel bizim eve ki sana sağlam, güzel vesikalar arz edeyim ki, nedir bu kaymakam göresin..."